Milletimizin tarihi ve geçmişine doğru çok geriye gidilirse ülkücülüğün bir yaşam biçimi olarak doğup geliştiği görülür. Ancak bu yazının başlığı ve konusu daha çok yakın tarih diyeceğimiz Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetten bu güne kadar uzanan süreçte ülkücülüğün evreleri, değişim ve dönüşümü perspektifinden ele alınarak geleceğe dönük tahlil ve yorumda bulunmak üzerine tasarlanmıştır.
Osmanlı dönemi ülkücülüğü daha çok Türk-İslam ülküsü etrafında Osmanlı’yı oluşturan millet ve grupların birlik ve beraberliği olarak vücut bulmuştur. Bu yapı Osmanlı’nın güçlü devlet yapısı içinde güçlü ve kararlı bir terkip olmakla beraber duraklama ve gerileme döneminde çözülmeler, lokalmilliyetçiliklere dönüşümler gibi savrulmalar sonucu parçalanmayı önleyici bir sinerji oluşturamamıştır. Osmanlı’da da günümüz Türkiye’sinin 1980 yılına kadar devletin ülkücülere ihtiyaç duyduğunda onların gönüllerini okşayarak anti tez olarak ortaya çıkan karşı düşüncelere karşı ülkücüleri kullandığı bariz olarak tarihimizde görülmektedir. İtiraf etmek gerekirse 1980 öncesi sloganlarla sadece kalplerini kullanan ülkücülerin kendilerini içinde buldukları kaotik ortamda durum değerlendirmesi yapmaya zamanları da olmamıştır. Cumhuriyet dönemi ülkücüleri daha çok Türk milliyetçiliği etrafında tahkim olmuşlardır. Bu camia 1980 öncesi dahil, 2000 yılına kadar olan süreçte kalbini kullanmanın ötesinde zihnini de kullanmayı ve durum değerlendirmesi yaparak bu kutlu davayı birilerine kullandırmamak gerektiğini öne çıkarmaya çalışmışsa da buna muvaffak olmada zorluklar çekip bedeller ödemiştir. Bu yöndeülkücü düşüncenin öncüsü bazı şahsiyetler çeşitli yöntemlerle yok edilerek ülkücülüğün doğmadan boğulması yönünde bir tutuma maruz bırakılmışlardır. Her daim devletin sıkıntıya düşmesinde ilk akla gelen bu camia işler sükûnete erdiğinde akla gelip kale alınmamakta ve köşelerine çekilmeleri yönünde bir tutum sergilenmektedir.
Günümüz ülkücü davasının bu defa kendi içinde adeta ülkücülüğün sorgulandığı parçalı bir hal almasında uluslararası emperyal güçlerin rolü görmezlikten gelinemez. Ülkemizin 2000 yılından bu yana siyasi yapısındaki değişimler ile iç ve dış dünyadaki gelişim-değişim-dönüşüm süreçleri dikkate alındığında ülkücü camianın parçalanmış yapısı karşısında Kürt milliyetçiliğinin birlik ve beraberliği dikkat çekicidir. Ülkücünün ülkücüyü sorguladığı ve suçladığı bir ortama evirilen bu camianın Kurtuluş savaşında ve Cumhuriyetin kuruluşunda külfete katlanmasına rağmen nimetinden istifade edememesi, kalbinin gücünü zihinsel performansa tahvil edememesiyle oldukça ilişkilidir. Her daim vatan ve millet duygusunu kalbinde bulunduran bu güzide camianın insanlarının ülkenin bekasında her daim yedekte tutulması bu camianın birlik ve beraberliğini sağlamanın ülke güvenliğimiz açısından da düşünülmesi elzemdir. O nedenle ülkücülerin birlik ve beraberliği öncelikli hale getirilerek siyasetten yön alan değil siyasete yön veren bir kuvvete erişmesi son derece lüzumlu hale gelmiştir. Bunu ülkücüler ele alıp bir karara bağlamadıkça ülkücülerin temsilcisi olduğunu söyleyen günümüz siyasi partileri birliktelik sağlayamazlar.
Özetle söylemek istediğim mevcut duruma gelinceye kadar gönül değerleri de erozyona uğrayan ülkücü camianın daha fazla vakit kaybına tahammülü kalmamıştır. Kendi iç dinamikleri ve gönül değerlerini akıl süzgecinden geçirip sentezlemekle; hem ülkücülüğü temsil eden irili ufaklı siyasi partileri birleşimi, hem günümüz bilgi ve teknoloji çağının icabına uygun sosyo–kültürel erozyonun önlenmesi, hem devlet-millet kaynaşmasında toplumun kalıcı görev üstlenmesi gibi çok önemli sorunları dengeye getirebilecek bir oluşumun meşalesi de yakılmış olur. Aksi halde bu hareket birilerinin birilerine el uzatması, birilerinin birilerine laf yetiştirmesi ve fikrine de zikrine de değer verilmeyen bir camiaya dönüştürülmesi gibi pasif bir akıbete sürüklenme tehlikesiyle yüzleşmek zorunda kalır. Bunun vebalinden de herkes nasibini alır.
Herkese selam olsun…..
YORUMLAR